Güney Vietnam'da Faşizmle Alevlenen Irkçılık
1954 yılında, Vietnamlılar 20 yıl süren savaşın sonunda Fransızları 75 yıldır hüküm sürdükleri yerden atmayı başardılar.
Bunun iyi bir sonuç sayılması gerekiyordu ama kapitalist Batı ve komünist Doğu arasında soğuk savaş devam ediyordu ve Fransa'ya yakın olan Vietnam bağımsızlık hareketinin önderi ve Vietnam Demokratik Cumhuriyeti'nin ilk başkanı Ho Chi Minh'in aslında bir komünist olduğu ortaya çıkınca 3. Dünya Savaşı'nın başlama olasılığı gündeme geldi.
Böylece Vietnam ikiye bölündü. Kuzey Vietnam komünist rejimle idare edilecek, Güney Vietnam ise kapitalist rejimle yola devam edecekti.
Batılılar Güney Vietnam'a lider olarak Ngo Dinh Diem'i getirmek istiyorlardı. Diem Katolik'ti, iyi eğitimliydi ve senelerce İtalya'da yaşamıştı. O dönem Amerikan başkan yardımcısı Lyndon Johnson "Asya'nın Churchill'i" demişti ona. Çok hırslıydı. %98,2 oy ile Güney Vietnam lideri oldu.
Kuzey Vietnam'ın devlet başkanıysa Ho Chi Minh'di. İki agresif ve fazlasıyla hırslı başkanlar arasındaki sürtüşmeler sebebiyle Vietnam'da bir içsavaş yaşanması çok da uzun sürmedi.
Diem'in ailesi akıl almaz mal varlığına sahip oldu. Diktatörce bir yönetim sistemi vardı. Ailesi büyük bir lüks ve zenginlik içerisinde yaşarken, Diem kendi halkını açlıktan ölmeye terk etti. Ancak Batılı dostları ne yaparsa yapsın Diem'e destek olmaya devam ediyordu.
Diem'in tarihe geçen en önemli alışkanlıklarından biri kendisiyle aynı fikirde olmayanları öldürmekti... Koyu bir Katolik olarak Budistlerden nefret ediyordu. Oysa o dönem ülkenin %80'i Budist'ti... Tahmin edileceği üzere "sevmediği için" Budistlere eziyet çektirdi. Budistlerin yaşadığı bölgelere verilen devlet hizmetini kesti.
Bunun üzerine Budist rahipler barış eylemleri yapmaya başladılar. Ortada hiçbir hakaret, sert tutum ve tehdit olmadığı halde, Diem'in polisleri sessizce oturarak eylem yapan rahipler öldürmeye başladılar. Silahsız, tepkisiz, hareketsiz bekleyen insanları...
Dünya medyası Vietnam'da neler yaşandığını biliyordu ancak ilgilenmiyordu. Ancak 10 Haziran 1963 günü gazeteciler kriptolu bir mesaj aldılar. Saygon'da, Başkanlık Sarayı'nın biraz ilerisinde, işlek bir caddede önemli bir olay yaşanacaktı. Çoğu bu mesajı ciddiye almadı. Bir kişi hariç...
Malcolme Browne.
O gün o da yüzlerce Budist' in arasına girdi ve neler olacağını beklemeye başladı.
Ve sonra turkuvaz bir araba durdu. İçinden 3 rahip indi.
Biri caddenin ortasına bir yastık koydu, diğeri lotus pozisyonu alarak yastığın üzerine oturdu ve gözlerini kapatarak meditasyon yapmaya başladı. Üçüncü rahip ise arabanın bagajını açtı ve beş litrelik gaz tenekesini alıp yerde oturan rahibin üzerine dökmeye başladı. Olan biteni izleyenler şaşkınlık içerisindeydi. Herkes derin bir sessizliğe gömüldü. Caddeden geçenler durup izlemeye başladılar. Önemli bir şey olmak üzereydi. Herkes sadece bekliyordu. Quang Duc, fısıltıyla bişeler söyledi eline bir kibrit aldı ve yaktı. Lotus oturuşunu bozmadan kendini ateşe verdi.
Bedeninden alevler yükselmeye başladı. Önce cüppesi tutuştu, sonra teni kararmaya başladı. Havada gaz, duman ve yanık et kokusu...
Çok insan dizlerinin üzerine çöktü, kimileri baygınlık geçirdi. Büyük şok yaşanıyordu. Kimse olana bitene inanamıyordu.
Görgü şahitleri o günü şöyle anlattılar:
"Garip bir şok yaşıyordum. Ağlamakta bile zorlanıyordum. Nutkum tutuldu. Sesim çıkmadı, orada öylece kaldım. İzlerken dağılmış haldeydik, dengemizi kaybedip yerlere düştük. Ama o hiç kıpırdamadan oturuyordu. Yanıyordu ama tek bir ses bile çıkartmadı. Sadece duruyordu."



Yorumlar
Yorum Gönder